AHMED-İ DÂ'Î
Sordum tabîb-i 'ışka ki 'ışkuñ 'ilâcı ne
Eydür ki çâre bulmadum anuñ 'ilâcuna
1. HAYATI
1.1. Adı ve Mahlası
Şairin adı, Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî isimli eserinin mukaddimesinde Ahmed bin İbrâhim bin Muhammed el-ma'rûf bi'd-Dâî olarak geçer. Buna göre adı Ahmed, babasının adı İbrâhim, dedesinin adı Muhammed, mahlası ise Dâ'î'dir.
Dâ'î kelimesi Arapça kökenli olup "duâ eden, duâcı, davet eden, çağıran, sebep olan" anlamlarına gelir. Bu kelime, insanları Allah yoluna davet ettikleri için peygamberler ve din büyükleri için kullanıldığı gibi, yine insanları namaza ve dolayısıyla kurtuluşa davet eden müezzinler için de kullanılmıştır.
Ahmed-i Dâ'î, şiirlerinde ismini ve mahlasını birlikte kullanan şairlerdendir. Birçok şiirinde Dâ'î kelimesindeki anlam zenginliğinden faydalanarak kelimeyi hem mahlas, hem de “duâ eden, davet eden, sebep olan” anlamlarına gelecek şekilde kullanmıştır.
1.2. Doğum Yeri ve Yılı
Ahmed-i Dâ'î'nin nerede ve ne zaman doğduğu konusunda, eserlerinde ve tarihî kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Eldeki bilgilere göre onun Germiyan beylerinden II. Yakup ile Osmanlı sarayından Yıldırım Bayezit'in oğulları Emir Süleyman, Musa Çelebi, Mehmet Çelebi ve II. Murat'la iyi ilişkiler içinde olduğunu söylemek mümkündür.
1.3. Ailesi ve Öğrenimi
Ahmed-i Dâ'î'nin ailesi ve öğrenimi hakkında da ne -yazık ki- yeterli bilgiye sahip değiliz. Yazdığı eserler onun çok iyi bir öğrenim gördüğünü, âlim ve fâzıl bir kişi olduğunu göstermektedir.
1.4. Memleketi
Tarihî kaynaklar Ahmed-i Dâ'î'nin Germiyanlı olduğunu ve Germiyan sarayına bağlı olarak Kütahya'da kadılık yaptığını belirtir. Ayrıca Kitabü't-Tâbirnâme isimli Farsça eseri Germiyan beyi II. Yakup adına Türkçeye tercüme etmiştir. Kütahya XIV. ve XV. yüzyıllarda önemli bir kültür merkezidir ve Ahmedî, Şeyhî, Hamzavî, Şeyhoğlu Mustafa, Cemâlî gibi pek çok şair bu şehirde yetişmiştir. Kısacası Ahmed-i Dâ'î, Kütahya'nın tarihî ve edebî değerlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
1.5. Mesleği
Gelibolulu Mustafa Âli ve Sehî Bey eserlerinde Ahmed-i Dâ'î'nin Germiyan'da (Kütahya'da) kadılık yaptığını belirtmişlerdir; ancak Dâ'î'nin bu görevi hangi yıllarda yaptığı bilinmemektedir. Bununla birlikte Germiyanoğlu Süleyman Şah 1378 yılında, kızı Devlet Hatun'u Yıldırım Bayezid ile evlendirmiş, Tavşanlı, Emet, Eğrigöz ve Kütahya'yı kızının çeyizi olarak Osmanlılara vermişti. Bu sırada Yıldırım Bayezid Kütahya'ya vali olarak tayin edilmişti. Ahmed-i Dâ'î'nin o yıllarda Kütahya'da kadılık yaptığı ve Yıldırım Bayezid'in oğlu Emir Süleyman'la tanıştığı sanılmaktadır.
1.6. Ahmed-i Dâ'î'nin Osmanlı Sarayıyla İlişkileri
Emir Süleyman, Yıldırım Bayezid'in Ertuğrul Çelebi'den sonraki oğludur. Kaynaklar onun Niğbolu ve Ankara savaşlarında babasıyla birlikte savaştığını, Ankara savaşından sonra kardeşleriyle uzun süren bir taht kavgasına giriştiğini, nihayet 1411 yılında kardeşi Musa Çelebi tarafından Edirne yakınlarında ani bir baskın sonunda öldürüldüğünü kaydeder. Cömertliği ve sazlı sözlü eğlence meclisleri düzenlemesiyle tanınan Emir Süleyman, sanatçıları korur ve gözetirdi. Ahmedî, Şeyhî ve Hamzavî gibi devrin büyük şairleri onun yanında bulunmuş, ona şiirler söylemiş ve onun adına eserler yazmışlardır. Türkçe Divan'ındaki Emir Süleyman adına yazılmış şiirlerden Ahmed-i Dâi'nin de 1390 yılından itibaren Emir Süleyman'ın yanında bulunduğunu anlıyoruz. Nitekim 1406 yılında yazdığı ünlü Çengnâme isimli mesnevisini de Emir Süleyman adına kaleme almıştır.
Emir Süleyman’ın 1410 yılında öldürülmesi üzerine Ahmed-i Dâî, Çelebi Mehmed’in himayesine girmiş; hatta Çelebi Mehmed’in oğlu Murat’a hocalık yapmak üzere sarayda görevlendirilmiştir. Ukudü’l-cevâhir adlı Arapçadan Farsçaya sözlüğünü Şehzade Murat için bu sırada yazmıştır.
1.7. Ölümü ve Mezarı
Ahmed-i Dâ'î'nin nerede, ne zaman ve kaç yaşında öldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Divan'ında 1421’de vefat eden Çelebi Mehmet için bir mersiye ile onun yerine tahta çıkan II. Murat'ı öven üç şiir bulunmaktadır. Ayrıca son yapılan araştırmalarda Ahmed-i Dâ'î'nin son eseri olan Tezkiretü'l-Evliyâ'yı Karaca Bey'in teşviki ile II. Murat adına Farsçadan tercüme ettiği tespit edilmiştir. Buna göre şairin II. Murat'ın saltanatının ilk yıllarında hayatta olduğu ve 1421 yılından sonra vefat ettiği kesinlik kazanmıştır.
Bursa’da Dâ'î adını taşıyan bir mahalle, bir cami, ve bir hamamın bulunması şairin Bursa'da ölmüş olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Ayrıca caminin yanında bulunan Dâî Dede adlı mezarın da Ahmed-i Dâî’ye ait olduğu sanılmaktadır.
2. EDEBÎ ŞAHSİYETİ
2.1. Dil ve Üslûbu
Divan'ındaki şiirlere bakıldığında Ahmed-i Dâ'î'nin dilinin zamanın diğer şairlerine göre çok ağır olmadığı görülür. Türkçesi düzgün, dili akıcı ve rahattır. Aruz veznini başarıyla uygular. Birçok şairin Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde Ahmed-i Dâ'î Türkçeye önem vermiş, Türk diline sahip çıkmıştır. Divan'ı XIV. ve XV. yüzyılların Türkçesi için bir dil hazinesidir. Türkçenin bir edebiyat ve ilim dili olarak gelişmesinde büyük rol oynamıştır.
2.2. İşlediği Konular
Şiirlerinde yer yere tasavvufî motifler görülse de o, genellikle din dışı konuları işlemiştir. Divan'ında tevhid, münacat ve naat yoktur; doğrudan bahar tasvirinin yapıldığı bir kasideyle başlar. Aşk ve eğlence şiirleriyle tanınan Dâ'î, kendinden sonra gelecek olan Bâkî ve Nedîm gibi şairlerin habercisi gibidir. Onda rindâne bir edâ görülür. Her rind şair gibi o da zâhide düşmandır. Zâhidi sevmez, ona sataşır, onu aşağılar ve onunla alay eder.
2.3. Türk Edebiyatındaki Yeri
Faruk Kadri Timurtaş, Ahmed-i Dâ'î için "Gerek şair gerek sanatkâr olarak Ahmedî'den çok üstün ve büyük olan ve Şeyhî'den önce gelen Dâ'î, klasik edebiyatımızın ilk üstâdı denmeğe değer bir şahsiyettir." der. Sehî, Latifî, Kınalızâde Hasan Çelebi ve Gelibolulu Âlî gibi tezkire yazarları ondan övgüyle söz ederler. Ahmed-i Dâ'î, geniş kültürü, derin bilgisiyle devrinde saygı görmüş ve Divan edebiyatının kurucuları arasında yer almıştır. Kendisinden sonra gelen birçok şair üzerinde etkili olmuştur.
3. ESERLERİ
Ahmed-i Dâ'î, Türk edebiyatının nazım ve nesir en çok eser veren şairlerindendir. Çoğu tercüme olan sekizi mensur, altısı manzum on dört eser kaleme almıştır. Bunların tasavvufî bir mesnevi, evliya tezkiresi, rüya tâbiri, fıkıh, tefsir, inşâ örnekleri, tıp, astronomi, lugat ve hadis örnekleri gibi hemen hepsinin ayrı konularda yazılmış olması, ilgi alanlarının genişliğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Eserleri şunlardır:
3.1. Tercüme-i Tefsîr-i Ebü’l-Leys es-Semerkandî
Anadolu’da Türkçeye tercüme edilen ilk Kur’an tefsiri olarak kabul edilmektedir. Emîr Süleyman adına Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey’in emir ve teşvikleriyle hazırlanmıştır. Dâ'î bu eserinde sadece tercüme ile yetinmemiş, yer yer kendisinden de bazı açıklamalar eklemiştir. Tamamen kendi telifi olan mukaddime kısmı manzumdur. Bu kısımda tevhid ve na‘t bölümlerinden sonra eserin telif sebebi anlatılmaktadır. Dil özellikleri bakımından tam bir Eski Anadolu Türkçesi devri örneği olan eserin nüshaları oldukça çoktur. Bunlardan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki yazmalar, manzum mukaddime kısmını da ihtiva etmeleri bakımından önemlidirler.
3.2. Miftâhu’l-cenne
Lü’lü’ Paşa adına Arapçadan Türkçeye tercüme edilen bir akaid kitabıdır. Lü’lü’ Paşa’nın kimliği hakkında yeterli bilgi yoktur. Sekiz bölümden meydana gelen eserin pek çok nüshası vardır.
3.3. Tercüme-i Kitâbü’t-Ta‘bîrnâme
Rüya tâbiriyle ilgili olan eser, Ebû Bekir b. Abdullah el-Vâsıtî’nin mensur Arapça eserinin Farsçaya yapılan tercümesinden Türkçeye çevrilmiştir. Dâ'î bu eserini II. Yâkub adına tercüme etmiştir.
3.4. Tercüme-i Eşkâl-i Nasîr-i Tûsî (Tercüme-i Sî fasl fi’t-takvîm)
Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Sî-fasl adlı mensur eserinin Türkçeye tercümesidir. Astronomi ve astrolojiyle ilgili bir eserdir.
3.5. Teressül
Sehî Tezkiresi’nin de özellikle belirttiği gibi, bu eser inşâ örneklerinin en eskilerini ve güzellerini ihtiva etmesinden dolayı çok önemlidir.
3.6. Tercüme-i Tezkiretü’l-evliyâ
Karaca Bey’in isteği üzerine II. Murat için Ferîdüddin Attâr’ın aynı addaki eserinden tercüme edilmiştir.
3.7. Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî
Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey’in isteği üzerine, Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Tıbb-ı Nebevî adlı eserinin Ahmed b. Yûsuf et-Tifâşî tarafından yapılan muhtasarının tercümesidir.
3.8. Vesîletü’l-mülûk fî ehli’s-sülûk
Âyetü’l-kürsî’nin tefsiri olan bu eserde ayrıca Şerh-i Esmâü’l-hüsnâ da bulunmaktadır. Eserde sözü edilen emîrin hangi emîr olduğu bilinmemekle birlikte II. Yâkup olması muhtemeldir.
3.9. Farsça Dîvân
Çelebi Mehmed’in tahta geçmesi münasebetiyle Vezîriâzam Hacı Halil Bey’e sunulan bu eserin telif tarihi 1413'tür. Bilinen tek nüshası, Dâ'î’nin el yazısıyla Bursa’da Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’ndedir.
3.10. Ukudü’l-cevâhir
Reşîdüddin Vatvât’ın Nukudü’z-zevâhir’inin kısa bir tercümesi olan bu eser, II. Murat’ın şehzadeliği sırasında yazılmış, Arapçadan Farsçaya 650 beyitten oluşan manzum bir sözlüktür.
3.11. Câmasbnâme
Nasîrüddîn-i Tûsî’nin aynı addaki eserinin Türkçe tercümesidir. Dânyâl peygamberin oğlu Câmasb’ın hayatı hakkında küçük bir mesnevidir.
3.12. Türkçe Divan
Burdur Vakıf Halkevi Kütüphanesi 735 numarada kayıtlı Dâ'î Külliyatı içindedir. Bu külliyatta Divan, Çengnâme ve Vasıyyet-i Nûşirevân adlı eserler yer almaktadır. Divan’da, ikisi Çelebi Mehmet’e dair olmak üzere beş kaside ve 199 gazel bulunmaktadır. Daha önce genellikle ayrı bir eser olarak düşünülen Mutâyebât'ın Kahire’de bulunan başka bir Dâ'î Divanı nüshasından bir parça olduğu anlaşılmıştır. Bu divan Kahire’de Dârü’l-kütübi’l-kavmiyye’de bulunmaktadır.
3.13. Vasıyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereş Hürmüz-i Tâcdâr
Küçük bir mesnevi olan bu eser külliyat içinde olup “pendnâme” türünde yazılmıştır ve Burdur nüshası içinde bulunmaktadır.
3.14. Çengnâme
Uzun süre adının Cengnâme, konusunun da savaş olduğu sanılmıştır. Nihayet eserin bulunması bütün şüpheleri ortadan kaldırmış ve eserin, ʻçengʼ adı verilen Türklere has bir mûsiki aletinin yapısını alegorik ve mistik bir biçimde ele aldığı anlaşılmıştır. Çengnâme aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbı ile yazılmış 1446 beyitten ve yirmi dört bölümden meydana gelen bir mesnevidir.
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Eyâ hurşîd-i meh-peyker cemâlün müşterî-manzar
Ne manzar manzar-ı tâli’ ne tâli’ tâli’-i enver
Cemâlünden cihân rûşen tudagun gonce-i gülşen
Ne gülşen gülşen-i cennet ne cennet cennet-i kevser
Yüzündür âyet-i rahmet özündür mazhar-ı kudret
Ne kudret kudret-i sâni’ ne sâni’ sâni’-i ekber
Süleyman sûreti sende Sikender sûreti sende
Ne sûret sûret-i Yûsuf ne Yûsuf Yûsuf-ı server
Felek satrancını ütdün sa’âdet mülkini tutdun
Ne milket milket-i devlet ne devlet devlet-i Kayser
Kapunda kullarun bî-hadd velî kemter kulun Ahmed
Ne Ahmed Ahmed-i Dâ’î ne Dâ’î Dâ’î-i çâker
Gazel
Şükrâne senin yoluna bin cân ola bir gün
Kim hazretine ermege imkân ola bir gün
Aşkın yolına ok gibi cân dogruluk eyler
Tâ kaşlarının yayına kurbân ola bir gün
O zülf-i perîşân bana görsen neler eyler
Dimez bana kim gönli perîşân ola bir gün
Agyârı sürüp gönlüm evin halvet idindüm
Tâ kim gele ol yâr ana mihmân ola bir gün
Ey bülbül-i dil-haste melûl olma kafesde
Kim menzilin ol bâg u gülistân ola bir gün
Hem bâd-ı sabâ ire bişâret vire gulden
Hem gonca dahî gül gibi handân ola bir gün
Hicran sonucu vasla dönüp şâd ola Dâî
Bu gamdan anın derdine dermân ola bir gün
Beyt
Gözüm hiç gördügün var mı be-hakk-ı Sûre-i Tâhâ
Benüm yârüm gibi fitne benim gönlüm gibi şeydâ
Miftâhü’l-Cenne’den
“Hikâyetde gelür; Mûsâ Peygamber bir gün deniz yakasında gezeridi kim bir mü’min bir kâfir ikisi dahı baluk avlarlardı. Kâfir bütine secde kılur, ağ bıragur, toptolı baluk çıkar. Ol mü’min Tanrı’ya secde kılur, Bismillâh dir ağ bıragur, hiç nesne çıkmaz. Üç kez şöyle kıldılar. Kâfir bırakdugı ağda çok baluk çıkdı. Mü’min bırakdugı ağda hiç nesne çıkmadı. Mûsâ acebe kıldı. Üçünci kez mü’min bırakdugı ağda meger bir baluk çıkdı. Heman-dem ki ağdan çıkardılar, elinden uçkundı, ol dahı suya düşdi. Mûsâ Peygamber anı gördi agladı; eyitdi: “Yâ İlâhî! Sabrum kalmadı. Bana bu sırrı bildür” didi. Hak Te’âlâ eyitdi: “Yâ Mûsâ! Göge nazar it”. Mûsâ göge bakdı, gördi kim uçmak içinde bir köşk. Ululıgı yirden göge degin. Kapusı açuk. Kapusı üzre ol balıkcınun adı yazılmış. İçinden altundan gümişden havuzlar. Havuz içinde baluklar. Hesâbın Allah bilür. Hak Te’âlâ eyitdi: Yâ Mûsâ! Ol kuluma digil; bu gördügün uçmaga mı râzıdur, yoksa denizin balukların hey’etün ağına koyayum, kangısına râzıdur?” Mûsâ ol mü’mine bu kerâmeti arz eyledi. Mü’min eydür: Baluk hod ne nesnedür? Bana senün hoşnudluğun gerek” didi.
Hazırlayan : Salih ÖZDEN