CEMÂLÎ

Nergis-i mestün kılaldan vâlih ü şeydâ beni
Zahmı gamzen oklarınun kıldı nâ-peydâ beni
                             .....
Ol dil-ârâma Cemâlî bu durur cân virdügüm
Kim ya vaslını atâ kıla yahûd ala beni

1. HAYATI
1.1. Adı ve Mahlası
Fatih devri şairlerinden olan Cemâlî, 15. asrın büyük şairi Şeyhî’nin kız kardeşinin oğludur. Cemâlî hakkında tezkirelerde yeterli bilgi yoktur. Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ine yazmış olduğu zeylin başlığına göre asıl adı Bâyezîd, babasının adı Mustafa, dedesinin adı da Şeyh Ahmed-i Tercemâni’l-Akşehrî’dir. Bazı Hüsrev ü Şîrîn nüshalarında ise, babasının ismi “Mustafâ el-Meşhûr Şeyhoğlu” şeklinde geçer. Şairin Cemâlî mahlasını yirmi yaşlarından sonra aldığı sanılmaktadır.

1.2. Doğum Yeri ve Tarihi
Cemâlî'nin doğum yeri hakkında ihtilaflar vardır. Ünlü tezkirecilerden Sehî Bey, Gelibolulu Mustafa Âlî, Fâ’izî ve Mehmed Süreyyâ, onun Karamanlı; Riyâzî ise Bursalı olduğunu söyler. Latîfî ve buna dayanan Şemseddîn Sâmî ise “Ya Karamânî veya Burûsevîdür” der. Türk edebiyatı tarihçisi Sadettin Nüzhet Ergun, Bursa’da birtakım kitâbelerde tarihleri bulunmasına bakarak onu Bursalı kabul eder. Şeyhî ve eserleri üzerinde araştırmalarıyla tanınan Faruk Kadri Timurtaş ise Cemâlî'nin Germiyân'da yetiştiğini söyler. Bütün bunlara dayanarak şunu söylemek mümkündür: Cemâlî Karaman'da doğmuş, Kütahya'da dayısı Şeyhî'nin yanında yetişmiş, bir süre Bursa'da kalmış ve ömrünün son zamanlarını İstanbul'da geçirmiştir.

Cemâlî’nin doğum tarihi de kesin olarak bilinmemektedir. Dayısı Şeyhî'nin ölümünden sonra onun Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevisine zeyl (ek) yazdığında 18-20 yaşlarında olduğuna bakılırsa 1410-1412 yıllarında doğduğu tahmin edilebilir.

1.3. Ailesi ve Öğrenim Durumu
Kaynaklarda Cemâlî'nin ailesi hakkında yeterli bilgi yoktur. Hekim Sinan olarak da bilinen ünlü şair Germiyânlı Şeyhî'nin onun dayısı olduğu, dayısının ölümünden sonra onun Hüsrev ü Şîrin adlı mesnevisine bir zeyl (ek) yazdığı ve bu zeylin başlığında geçen ifadeye göre babasının adının Mustafa, dedesinin adının ise Ahmed olduğu bilinmektedir.

Eserlerinden, Cemâlî’nin Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği, bu üç dilde ustaca oyunlar yapabilecek kadar iyi eğitim gören bir şair olduğu anlaşılmaktadır. O da devrin önde gelen birçok şairi gibi, tahsil hayatını zamanın önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da tamamlamış olmalıdır. Ayrıca şiirlerinden onun musikişinas bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.

1.4. Mesleği, Osmanlı Sarayı İle İlişkileri
Bursa’daki birçok eserin kitabelerinde Cemâlî'nin tarih manzumelerine rastlanır. 1446’da II. Murâd’a sunduğu Hümâ vü Hümâyûn’un “sebeb-i telif” bölümüne göre, önce padişahın meşhur veziri Çandarlı Halîl Paşa’nın, sonra da II. Murâd’ın hizmetine girer. Bu, onun fetihten önce Bursa’dan İstanbul’a geldiğini göstermektedir. Saraydaki görevinin bir memuriyet mi yoksa musahiblik mi olduğu bilinmemektedir. Hümâ ve Hümâyûn’da II. Murâd hakkında yazılan üç methiye vardır. İstanbul’un fethinden üç yıl sonra 1456’da yazılan Miftâhü’l-Ferec’de ise Fatih için yazılan methiyeler vardır. Dîvân’ında da, Fâtih için yazılan methiyelerle İstanbul’un fethine düşürülen bir tarih ve padişah adına düzenlenmiş bir muamma vardır. Dîvân’ın sonunda yer alan Der-Beyân-ı Meşakkat-i Sefer ve Zarûret ü Mülâzemet adlı küçük mesneviden de şairin padişahla birlikte 1478‘deki üçüncü Arnavutluk seferine katıldığı anlaşılmaktadır.

1.5. Ölümü ve Mezarı
Cemâlî’nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Devrine yakın kaynakların verdiği bilgileri dikkate alındığımızda, onun II. Bâyezîd devrinin sonlarına doğru, 1510-1512 yılları arasında yaklaşık 100 yaşında iken İstanbul’da öldüğünü söyleyebiliriz. Bunun yanında, şairin 1478 yılında Fatih'in Arnavutluk seferine katıldığını, bu seferde hasta ve çok yaşlı olması nedeniyle çok zorlandığını ve sefere katılmaktan pişmanlık duyduğunu göz önüne aldığımızda ölümünün 1510'lu yıllarda değil de 1490'lı yıllarda olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bursalı Mehmed Tahir'in Osmanlı Müellifleri adlı eserinde onun Edirnekapı dışında Emîr Buhârî Tekkesi yakınında gömülü olduğu kayıtlıdır.

2. EDEBÎ ŞAHSİYETİ
Cemâlî’nin eserlerinde Şeyhî etkisi fazlaca görülür. Latîfî’nin, onun şiirlerinin güzelliğine rağmen divanının şöhret bulmayışına şaştığını söyler.

Nazire mecmualarında, Cemâlî'nin başta Ahmed Paşa, Necâtî ve Şeyhî olmak üzere pek çok şairin şiirine nazireleri bulunmaktadır.  Nihad Sami Banarlı bu konuda; "Bu nazireler, onun İslâm medeniyeti bilgilerini iyi öğrenmiş, şiiri böyle bir kültürle söyleyen oldukça kuvvetli bir şair olduğunu gösterir." der.

Cemâlî'nin mesnevilerinde ise Nev'îzâde Atâî'nin etkisi görülür.  Miftâhu’l-ferec adlı eserinde görüldüğü gibi tasavvufa meyli olan bir şairdir. En önemli eseri Hümâ vü Hümâyûn mesnevisidir. Fakat bu eseri de diğerleri gibi fazla rağbet görmemiş, kendisinden sonra Hümâ vü Hümâyûn yazan tek şair Kara Fazlî (ö. 1563) olmuştur.

Cemâlî kendisinden önceki birçok şairden etkilendiği gibi kendisinden sonra gelen birçok şairi de etkilemiştir. Dille oynamaktan zevk alan, sade sayılabilecek bir dile ve kuvvetli bir nazım tekniğine sahip bir şairdir. Kaynaklar, onun üslûp sahibi, güzel ve etkili söyleyişleri olan kültürlü bir şair olduğu hususunda birleşmektedir.

3. ESERLERİ
3.1. Divan
Nazire mecmualarında birçok şiirine rastlanan Cemâlî’nin Divan'ı son zamanlarda bulunmuş ve ilk defa Kayahan Erimer tarafından tanıtılmıştır. Bu nüsha üzerinde Çetin Derdiyok tarafından bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Dîvân’da; 12 kaside, 4 kıta-i kebire, 6 nazm, 52 gazel, 2 müstezat, 8 kıta, 7 beyit vardır.

3.2. Hümâ ve Hümâyûn (Gülşen-i Uşşâk)
Cemâlî bu eserini II. Murad adına 1446 yılında telif ettiğini, eserinin mukaddimesinde bizzat bildirir. Bilinen tek nüshası, 1552'de istinsah edilmiş olup İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. 4630 beyitten ibaret olan bu mesneviye şair Gülşen-i Uşşâk adını vermiş; ancak eser kahramanlarının adıyla şöhret bulmuştur. Mesnevi, Arap Hanı Menûşek’in oğlu Hümâ ile Çin padişahının kızı Hümâyûn’un aşk hikâyesini konu edinir. Divan edebiyatının iki kahramanlı mesnevileri geleneğinde olduğu gibi iki âşık, başlarından geçen birçok maceradan sonra mutlu bir beraberliğe kavuşurlar. Eser üzerinde Osman Horata tarafından bir doktora tezi hazırlanmıştır.

3.3. Miftâhu’l-ferec
1456 yılında adına yazılan bu eser de mesnevi tarzında yazılmıştır. Bilinen üç nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi ve Berlin Kraliyet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Miftâhu’l-ferec, Fâtih Sultân Mehmed’e sunulmuştur. Âyet ve hadislerin açıklamaları ve bunlarla ilgili dinî-tasavvufî hikâyelerden oluşan nasihatnâme türünde bir mesnevidir. Eserde dünyanın geçiciliği, Allah korkusu ile gözyaşı dökmenin fazileti, erdemli ve cömert olmak, devlet adamlarının adil olması gibi didaktik konular işlenmiştir. 4954 beyitten oluşan mesnevinin girişinde Fâtih Sultan Mehmed için yazılmış methiyeler vardır.

3.4Zeyl-i Husrev ü Şîrîn
Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’ine yazılmış olan bu zeyl 109 beyittir. Şeyhî’nin ölümünden hemen sonra ve şairin Cemâlî mahlasını almadan önce yazdığı tahmin edilmektedir. Zeylin ilk kısmında, Şeyhî’nin ölümünden ve feleğin vefasızlığından bahsedilmektedir. İkinci kısmında ise II. Murâd övülmekte ve zeylin II. Murâd’ın övgüsünden eksik kalmaması için yazıldığı söylenmektedir.

3.5. er-Risâletü’l-acîbe fi’s-sanâyi‘ ve’l-bedâyi‘
Tek nüshası Cambridge Üniversite Kütüphanesi’ndedir. Müellifin adı burada Cemâlî el-Fakıh şeklinde kayıtlıdır. Bu eser, edebî sanatlar ve söz oyunlarıyla süslenmiş bir kasidedir. Cemâlî’nin Miftâhu’l-ferec’de “her iki beytinden hurûf alındığında bir beyit olduğu, acayip sanatların toplandığı, Türkçesinden Farsça, Farsçasından da Arapça ibareler çıkarıldığını” söylediği kasidenin bu kaside olması muhtemeldir.

3.6. Der-Beyân-ı Meşakkat-i Sefer ve Zarûret ü Mülâzemet
Divan'ın sonunda yer alan ve 73 beyitten oluşan bir mesnevidir. Mesnevinin konusu, şairin 1478 yılında Fâtih’le birlikte çıktığı Arnavutluk seferi ve orada karşılaştığı zorluklardır. Başındaki 16 beyitlik kısımda güzel bir bahar tasviri bulunmaktadır.

3.7. Risâle
Bu eserinden de Miftâhu’l-ferec’de bahseder (vr. 4b). Bazı sözlerinden medih (övgü) anlaşıldığı halde aslında zem (yergi) olduğunu, bazılarının da bunun tersi olduğunu söyler ki burada te’kîdü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem” ile “te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh”  denilen bedî‘ sanatları söz konusudur.

Eserlerinden Örnekler

Hümâ vü Hümâyûn’dan
Kılup âhûların şeh mesti hâbun  
İrişdi dâmenine desti hâbun 

Düşinde gördi bir mergûb gülşen
Ki eyler her nazarda çeşmi rûşen

Salup âvâz-ı bülbül bâga gulgul
Hoş itmiş mergzârı serv ü sünbül

İçinde seyr ider bir hûb-çehre
Ki hüsni nûr virmiş mâh u mihre

Görüp kaddin iderdi cilve şimşâd
Ki ya‘nî rast budur serv-i âzâd

İderek zülf ile ‘anber-feşânlık
Kılurak nâz ile râz-keşânlık
(…)
Çeküp bülbülleyin gülşende âvâz
İderler keşf bu âvâz ile râz 

Ki vaslın isteyenler hûr-ı ‘înün
Hümâyûn’ın göre Fagfûr-ı Çîn’ün

Hümâ bu sözden oldı mest ü medhûş
Gözinden ‘ışk bahri eyledi cûş

Düşüp pâyine ol serv-i revânın
Pes andan açdı la‘l-i dür-feşânın

Miftâhü’l-Ferec’den
Seyr iderken bir gice Mahmûd Şâh
Gördi kim toprak kazar bir merd-i râh

Âteş-i fakr eylemiş gönlinde dâg
Toprag ile eylemiş düz yiri tâg

Çünki anun hâline kıldı nigâh
Çözdi pâzûbendin ol sâ’atde şâh

Kim ser-â-ser cevher idi şâh-vâr
Götürürdi kendüde ol nâm-dâr

Açmag içün hayr ile uçmağa yol
Saldı anı kazılan toprağa ol

Tâ ki ol dervîş anı anda bula
Bay olup bu gussadan âzâd ola

Pes sürüp atını tutdı seyre rû
Bir gice geldi meğer anda girü

Gördi ol âşüfte-hâli bî-karâr
Kim yine toprak kazar zâr u nizâr

Didi anı kim bulupsın bunda sen
Virmez idüm âlemün mâlına ben

Çün gınâ geldi vü gitdi ıztırâr
Şimdi niçündür yine bu kesb ü kâr

Ko bu dervîş işini bul izz ü nâz
Pâdişâhlık kıl ki oldun ser-firâz

Şâha ol toprak kazan virdi cevâb
Kim ne kim hükm eyledün oldur savâb

Lîk buldum zâr iken cünbişde ben
Ol didügün ni’meti bu işdi ben

Çün bu işden oldı devlet âşikâr
Ömrüm oldugınca budur bana kâr

Pes ana k’ola gönülden merd-i râh
Feth ider lutfı kapusın pâdişâh

Sen hemîn gelmeğe eyle ihtimâm
Kim kapu dâ’im açukdur iy hümâm

 

Gazel
Nergis-i mestün kılaldan vâlih ü şeydâ beni
Zahmı gamzen oklarınun kıldı nâ-peydâ beni

Bahr olupdur ışkun odına yanaldan göz yaşı
Şöyle benzer kim viriser garka bu deryâ beni

Zülfünün miskini olaldan sınukludur gönül
Bilmezem kim neyleyiserdür dahı sevdâ beni

Âh ol çeşm-i kemân-ebrû elinden dem-be-dem
Kim nişân eyler belâ okına dâ’im hâ beni

Bir kılında zülfinün bin vâr ola olmış esîr
İy gönül sanma giriftâr eyledi tenhâ beni

Böyle kim başuma sevdâsı kıyâmet koparur
Bir belâya ugradur ol kâmet-i bâlâ beni

Ol dil-ârâma Cemâlî bu durur cân virdügüm
Kim ya vaslını atâ kıla yahûd ala beni